Hava harekât isterlerindeki değişimi dikkate alan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 1990’lı yılların başlarında yeni nesil bir av / bombardıman uçağının geliştirilmesi için Müşterek Taaruz Uçağı (Joint Strike Fighter / JSF) Programı’nı başlatmıştır. Boeing ile girdiği rekabette (sonradan F-35 Lightning II adını alacak) X-35 çözümüyle ipi göğüsleyen Lockeed Martin’in ana yüklenici olarak seçildiği programın dikkat çeken özelliklerinden birisi, en başından itibaren çok uluslu bir girişim olarak kurgulanmasıdır.
Şöyle ki, ABD, hem maliyeti paylaşmak, hem de müttefiklerinin ortak harekâtlarda kendisiyle uyumlu hareket edebilmesini sağlamak için, JSF’nin geliştirme ve üretiminin çok uluslu bir konsorsiyum tarafından yapılmasını hedeflemiş ve bu doğrultuda, isteyen ülkelerin tercih edecekleri ortaklık seviyesine göre programda yer alacakları bir model oluşturmuştur. Nitekim farklı tarihlerde; Birleşik Krallık (İngiltere) birinci seviye, Hollanda ve İtalya ikinci seviye, Avustralya, Danimarka, Kanada, Norveç ve Türkiye ise üçüncü seviye ortak statüyle JSF Programı'na katılmış; böylece ABD ile birlikte konsorsiyuma üye ülke sayısı 9 olmuştur.
Tüm zamanların en büyük savunma sanayii tedarik projesi olarak gösterilen ve aralarında F-16, F-18, A-6, A-10, AV-8B, Sea Harrier, Tornado, Jaguar ve AMX’in olduğu birçok muharip uçağın yerini alacağı belirtilen JSF ile temel bir platform üzerinde yapılacak bazı tasarımsal değişikliklerle farklı kuvvetlerin ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, hava kuvvetleri için Conventional Take-off and Landing (CTOL) versiyonu olan F-35A, deniz piyadeleri için Short Take-off and Vertical Landing (STOVL) versiyonu olan F-35B ve deniz kuvvetleri için Catapult Assisted Take-off Barrier Arrested Recovery (CATOBAR) versiyonu olan F-35C geliştirilmiştir. F-35A ilk uçuşunu Aralık 2006’da, F-35B Haziran 2008’de, F-35C ise Kasım 2011’de gerçekleştirmiştir.
2011 yılı itibariyle teslimatlarına başlanan F-35’lerden Ağustos 2022 itibariyle 800’den fazla üretilip kullanıcı ülkelere teslim edilmiştir. Konsorsiyumu üye olanlar dışında bugüne kadar F-35’i hizmete alan ya da sipariş eden ülkeler; Belçika, Güney Kore, İsrail, Japonya, Polonya ve Singapur’dur (gelecekteki muhtemel yeni müşteriler arasında Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Yunanistan da bulunuyor - 2022 Ekim itibariyle). Burada altı çizilmesi gereken nokta, beklenenin aksine F-35’i gerçek muharebe şartlarında kullanan ilk ülkenin ABD ya da konsorsiyuma üye başka bir ülkenin değil, Suriye’deki operasyonlarında bu uçağı uçuran İsrail olmasıdır.
5. nesil bir av/bombardıman uçağı olan F-35’in, düşük görünürlüğü (stealth), ağ merkezli harp (network centric warfare) kabiliyeti, yüksek durumsal farkındalığı (situational awareness) ve artyakıcı (afterburner) kullanmadan ses üstü hızlarda uçabilme gibi özellikleriyle son derece yetenekli bir platform olduğu mütalaa edilmektedir. Bilhassa hava-yer görevlerinin icrasında uçağın yüksek başarıma sahip olacağı hususunda şüphe bulunmamaktadır. Buna mukabil, F-35’in eleştirilere ve beraberinde bir takım soru işaretlerinin oluşmasına yol açan özellikleri de yok değildir. Bu kapsamda, eleştirilerin daha ziyade düşük manevra kabiliyeti, ilk alım ve bakım-idame maliyetlerinin yüksekliği, uçağın yazılımlarına erişime izin verilmemesi ve ABD’ye bağımlılık üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. En tartışmalı konu başlığı ise, üretici şirketin yedek parça temininin daha süratli ve maliyet-etkin biçimde yapılması için geliştirildiğini belirttiği bulut-tabanlı Autonomic Logistics Information System-ALIS’dir. Uçak daha havalanmadan üreticiyle bağlantıya geçen ALIS’in, bu şekilde bir güvenlik zafiyeti meydana getirdiği; zira doğası gereği sistemin siber saldırılara açık olmasının dışında, harbe hazırlık seviyesi ve görev planlaması gibi aslında gizli kalması gereken bilgileri ABD’ye aktardığı iddia edilmektedir.
Buraya kadar anlatılanlardan sonra, Türkiye’nin JSF Programı’ndaki rolünü de kısaca açıklığa kavuşturmak uygun olacaktır. 2020 sonrası dönemde Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki F-4E/2020’ler ile F-16C/D’ların ilk hizmete giren modellerinin hizmet dışına çıkarılacağını göz önünde bulunduran ve bu doğrultuda ortaya çıkacak yeni nesil savaş uçağı ihtiyacını karşılamak için arayışa geçen Türkiye, olası alternatifler arasında yer alan JSF Programı’na 1999 yılında imzalanan 6,2 milyon dolar değerindeki “Letter of Offer and Acceptance” ile Consept Demonstration safhasında dâhil olmuştur. Türkiye, 11 Temmuz 2002’de System Development and Demonstration safhasında projede üçüncü seviye ortak statüsünü elde etmiştir. Türk Hava Kuvvetleri’nin yeni nesil savaş uçağı olarak resmen F-35’i seçmesi üzerine ise, 25 Ocak 2007’de imzalanan Memorandum of Understanding ile, Ankara, programın Production, Sustainment and Folow-on Development safhasına katılmıştır.
Türkiye’nin JSF Programı’na katılımı, çok sayıda Türk savunma sanayisi şirketinin alt yüklenici statüsünde iş payı alması imkânını ortaya çıkarmıştır. Uçak ya da motor parçalarının geliştirilmesi ve/veya üretiminde sorumluluk alan Türk şirketleri; Alp Havacılık, ASELSAN, AYESAŞ, FOKKER ELMO, HAVELSAN, Kale Havacılık, MİKES, ROKETSAN, TÜBİTAKSAGE ve TUSAŞ’tır. Ana yüklenici Lockheed Martin, sıralanan şirketlerin üstlendiği işlerin mali değerinin 12 milyar dolara ulaştığını açıklamıştır. Ancak pratikte bu rakamın 5,6-6 milyar dolarlık kısmının sözleşmeye bağlandığı, geri kalanının ise opsiyon statüsünde olduğunu not düşmek gerekir.
Türkiye’nin JSF Programı’na resmen katılmasıyla gelecekteki kuvvet yapısının F-35’ler ile modernize edilmiş F-16’lardan oluşacağı ortaya çıkan Türk Hava Kuvvetleri, tüm hazırlık ve planlamalarını buna göre yapmaya başlamıştır. Milli Muharip Uçak (MMU) Programı’nın gündeme gelmesi sonrasında ise, ilerleyen zamanda F-16’ların yerini bu uçağın alması öngörülmüştür. Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde ağırlıklı olarak hava-yer görevlerini icra etmesi beklenen F-35’lerin, ilk etapta halen F-4E/2020’ler ile uçan Malatya Erhaç’ta konuşlu 7. Ana Jet Üs Komutanlığı bağlısı 171. ve 172. filoların yeniden teçhizi için kullanılması hedeflenmiştir. Bir sonraki aşamada ise, Eskişehir’deki 1. Ana Jet Üs Komutanlığı ile Konya’daki 3. Ana Jet Üs Komutanlığı F-35’ler ile teçhiz edilecek üsler olarak belirlenmiştir.
Türkiye, iki uçaktan oluşan ilk F-35 siparişini 6 Mayıs 2014’te vermiş, ilerleyen süreçte muhtelif partiler altında sipariş edilen uçak sayısını 30’a çıkarmıştır. Türkiye’nin tedarik etmeyi planladığı toplam uçak sayısının 100 olduğu açıklanmıştır. Ayrıca 16 uçaklık bir opsiyon da mevcuttur. Türkiye’nin sipariş ettiği tüm uçaklar F-35A, yani CTOL versiyonudur. Ancak kısmen uçak gemisi görevlerini üstlenebilecek TCG Anadolu isimli Multi-Purpose Amphibious Assault Ship’in Türk Deniz Kuvvetleri’nin kuvvet yapısına dahil olma durumunun ortaya çıkmasını müteakiben STOVL, yani F-35B versiyonunun da sipariş edilebileceği yönünde sinyaller alınmaya başlanmıştır.
Türkiye’ye ilk F-35 teslimatı 21 Haziran 2018’de Lockheed Martin’in Fort Worth’taki tesislerinde düzenlenen törenle yapılmış; kısa süre içerisinde Türk Hava Kuvvetleri için üretilen uçak sayısı 6’ya ulaşmıştır. Öğretmen pilotların ve bakım personelinin eğitiminde kullanılacak olmaları nedeniyle, bu uçaklar, Türkiye’ye getirilmemiştir. Kaldı ki, Ankara’nın S-400 tedarik kararı gerekçe gösterilerek JSF Programı’ndaki ortaklığının askıya alınması sonrasında, mülkiyeti Türkiye’de olan bu uçakların ABD Hava Kuvvetleri’ne teslimi yönünde çalışmalara başlanmıştır. Türkiye’nin ortaklığının askıya alınmasının ardından Türk şirketlerinin üstlendiği işlerin de başka alt yüklenicilere paylaştırılacağı açıklanmıştır. Fakat kısa bir süre sonra, en azından 2022 yılına kadar bazı parçaların Türkiye’de üretimine devam edileceği anlaşılmıştır. Programdaki mali yükümlülükleri gereği, Türkiye’nin bugüne kadar projeye ödediği rakamın 1,4 milyar doları bulduğu ifade edilmekte olup, Ankara ile Washington arasında bunun geri ödemesinin ne şekilde yapılacağı üzerine müzakereler sürmektedir.